8.01.2023

Çiğ ışıktan önce: Novalis ile Sterne

NOVALİS

Novalis, gündelik/sıradan meseleler (siyaset, sağlık, mühendislik, kadın-erkek ilişkileri gibi şeyler) arasında kimilerinin hakikatin (dolayısıyla şiirin) sınırında, yakınında durduğunu, durabileceğini görmüş. Derin bir kavrayış kadar cesaret de var burada. Mizacı, yaşantısı onu şiire/hakikate doğru çekiştirmiş olsa bile şunu teslim etmekten geri durmamış: Şiir, dünyevi olana da yer açabilir. Kişi gündelik/sıradan olandaki hakikate gözünü çevirirse. 

Olduğu (içinde olduğu) dünya ile mevcut bulunduğu (başkalarıyla paylaştığı, toprağına birlikte bastığı) dünyayı uzlaştırmaya çalışan birinin yorgunluğu var Novalis’in yazdıklarında: Çalışkan dâhi. 

Bunun bana—anladığım kadarıyla—Heidegger’i nasıl olup da hatırlattığını, ancak melez bir cümleyle söyleyebiliyorum. (Almanca bilmeyince, ana dilimde being de olmaynca): Novalis did exist and he had an in-der-Welt-sein.

Ardılı sayılan (sınırı sayıldığı) çiğ ışık, hızlı çalışmayı, sağlam akıl yürütmeyi, vaktin naktin önemini vaaz eden o aydınlık biraz daha erken çöküp tüberkülozunu da temizleseymiş keşke: Otuzunu görememiş ... çocuk.

ÇİG IŞIK

Aydınlık yaymayı görev edinen, kendisine sağlam bir aydınlık atfeden, aslında göz yakan bazı yazılar var, yazışmalar, konuşmalar, fikirler... Toplantılar, konferanslar, çevrim içi serbest kürsüler... Çiğ ışık gibiler. Yüzüne müspet bilim inmiş inançlı insanların iç ferahlığı, gözümü kamaştırıyor. Tatsız bir kamaşma: Kör ediyor, ve insan kendisini, boşlukta sallanan, bir dünyada olamayan tek kişi zannediyor. Ayağı yere basanların karşısında, dışında mevcut vaziyette... duran, ama sendeleyen, olamayan biri zannediyor.   

LAURENCE STERNE

Yıllar önce, Aydınlanma memleketindeki bir toplantıda şunu yazmıştım: Neyse ki yanımda Tristram Shandy vardı. Kendime uygun bir ışık ayarı tutturdum. Şafak ile göz yakan arasında bir yerde.

Laurence Sterne'ün zihnini/lisanını resimli not defterine benzetmiş biri. Tam da güzel teşbih olmuş, yakışmış.
Sonra baktım, evet işte, Novalis'in çağdaşı tabii ki, 18. yüzyılın sonu. Stern'ün ölümü de ince hastalıktan.
Novalis'in Romantik Parçalar'ı (Fragmanlar'ı) ile Stern'ün muzip karalama-resim defteri, ciddiyetle ve disiplinle sürdürdüğü nüktecilik ve parlak uçuşmaları, aklıma başkalarını getirdi. Somut bir ilgi kurmak mümkün olmasa da.

ADOLF WÖLFLİ

Adolf Wölfli, adı Art Brute ya da Outsider art ile özdeşleşmiş olan, o tarzın ilk ismi sayılan “akıl hastası”. Waldau’ya kapatılıp orada ölen Wölfli’yi, yaratıcı şizofreni hastalarına örnek vermişlerdi. Belki hâlâ öyle hatırlanıyor.. Dışarlıklı (outsider) olduğuna kuşku yok, resimlerine de uzun uzun bakıyorum, zevkle. Şizofreni? O işte, yaşam öyküsünün ayrıntısından, klinik muayene bulgularından değil, akıl hastanesine kapatılmış olmasından çıkarsanıyor galiba. Bildiğimiz, tacizci olduğu ve çocukluğunda tacize uğramış olduğu. 

Dışarlıklıların sanatına Avustırya'da Kunst von innen denmesi ilgimi çekti. Art Brute’e ait sayılanlar, genellikle, camiaya ait olmayanlar. Onları alaylı ve niteliksiz gören çok olmuş. Yontulmamış, amatör... Kunst von innen‘deki içten gelen anlamı ilginç değil mi? 

İçeriden gelen resim, İçeriye kapatılmış dışarlıklıdan gelen resim. 

İçten gelen resim, kişinin olduğu dünyasından (Lebenswelt’ten) çıkan gelen resim.. 

SEVİM BURAK

Aklıma gelen öbür kişi, Sahibinin Sesi'nin terzi yazarı. Sevim Burak. Kâğıtları da kumaş gibi kesip kesip, yere yayıp... Birkaç monitörde veya defterde birden yazanlar gibi. Dağınık ve/ama kuşkusuz şiirsel.

MEVCUT OLANA DAİR BİLİM

Sıkıcı, boş, yanlış olanlar çoğunlukta olsa da, emek ürünü bilim yazıları var. Novalis'in deyişiyle "hayata değen" konularda yazılmış olanlara haksızlık etmemek lazım; onları okuyup yazmaya devam. Üstelik yaşam bilimleri, bir süre daha, pahalı, büyülü kalacak; seri üretime geçip hayatın sıradan sıkıcı gerçekleri arasına karışmadan duracak, muhtemelen. Novalis’in dediği gibi, tam sınırda, (at the margin of life).